İnsanoğlunun ilk önce kendisine has bir düşünme biçimine, doğru/yanlışı ayırt edebilecek özgün bir bakış açısına sahip olması gerekir ki, manipüle edilme ihtimali en az düzeyde olsun. Aksi takdirde hangi akılla düşünür hâldeyse o aklın sürüklediği minvalde yol almaya mahkûm kalır.
“Devlet aklı” o denli düşünme biçimlerini şekillendirir olmuş ki birçoklarının iliklerine kadar işlemiş… Artık doğruyu/yanlışı ayırt edecek düşünme yetilerini kaybetmiş halde, düşündürülen ve ne olduğunu dahi bilmedikleri bir şeyleri muhafaza etmeye sevk edilmiş devasa kitlelerle karşı karşıyayız.
Her iktidar nevi, bir statüko alanı doğurur ve bunu koruması gerekir. İyi kötü fark etmez, bu, herkes için geçerlidir, yani son kertede olgunun kendisi kötü değildir. Hangi değerlerle, dinamiklerle, süreçlerde nasıl bir yapı kurulduğuyla doğru orantılıdır yanlışlığı/doğruluğu. Herkese göre oluşturduğu yapı ulvi amaçlara hizmet eder; gerçekten öyle de olsa, nefsinin kurbanı olmuş olsa da, cebini doldurma niyetinde de olsa yine ulvi amaçlarına kendini inandıracak ve öyle yansıtacaktır…
Tarih boyu, her beldede gözlemlendiği gibi, iktidarın oluşturduğu ve muhafaza etmesi gereken bir statüko olmuştur. Ve bu statüko, muhafızlarının karakteristik özelliklerine bakın; ahlâkî bir öğretiyi önermez, amaçları adaleti hâkim kılmak değildir, önceledikleri şey memleketin düzeni/tertibi/uzun vadede kazanımları değildir. Sadece iktidarda kalmak için söylem ve faaliyetlerini şekillendirir, kahir ekseriyeti demokrasiyi işlettiğini iddia eder.
Demokratik olduğunu iddia eden bu yapıların bütün söylemlerini ve yapacaklarını şekillendiren unsur, seçim zamanlarında alavere dalavereyle seçimi geçiştirip %50+1 reyi alma hedefidir. Sınavı geçmeye odaklanmış öğrenci gibi, amaç, öğrenmek değil de sınavı geçmek olunca, bu amaca odaklanınca, ona göre hareket etmesi doğal. Olması gereken amaç; öğrenci örneğinde öğrenmek, yönetici örneğinde hizmet etmek ve adaleti sağlamak olmalıdır. Amaç, sınav geçmek veya seçim kazanmaksa, bunlar başarı ve kazanım olarak tanımlanıp niteleniyorsa, yaptıkları doğrudur ve sorun yoktur. Sorun; öncül ve hedef olarak bunların belirlenmesinde, bu mantıkla bir yapı kurulmasında, bu anlayışın hâkim olmasında. Dünya tarihinde “demokrasi” yalanından daha büyük bir yalan söylenmemiştir. Demokrasi; vurgulandığının tam tersine, diktatörlerin elini kuvvetlendiren bir araçtır sadece…
Bu yapılar, hukuku da demokrasi yalanı gibi işletir gibi yapıp kullanırlar, esnetirler, sündürürler. İnsan hakları, özgürlük, kalkınma, refah başkaca yalan söylemlerdir. İstatistik ilmini de ustaca kullanırlar, rakamlarla sahte/yalan/pembe tablolar çizip “ekonomi iyi” yalanları söylemek de bariz karakteristik özelliklerindendir, anketlerinse söylediği tek şeyse: yalan, yalan, yalan…
Kendi değerleriyle özgün düşünme yetisini kaybetmiş, iktidarın peşinden sürüklenen Müslümanlara bakın; basit yoldaşları gibi statüko muhafazacılığından başka hiçbir şey yapmıyorlar. Savundukları güruh, iktidarlarını korumak uğruna, her gün İslam’a ihanet ederken, İslam’a hakaret ederken, İslam’a savaş açmışken, kazanımlarını korumak adına arkalarında durmaya devam ediyorlar. Nefislerinin kurbanı olmuş bu güruh, her gün ırkçılık yaparak, liberal ve seküler anlayışı pervasızca işletirken, şahsi emelleri ve statükolarını koruma namına herkese zulmederken, “ben Müslümanlardanım” diyenlerin bunların arkasından gidip desteklemelerini anlamlandırmakta zorlanıyoruz.
Devletler pragmatiktir… Bugün “böyle” yarın “şöyle” der. Modern manada devlet, istese dahi hakikat yolunda yol alamaz. Çünkü teknik olarak mevcudiyetini korumak için bir dizi öncelikleri, önlemleri, ihtiyaçları vardır. Küresel çapta diğer yapılarla bir dizi anlaşma içerisindedir, yükümlülüklere sahiptir. Devlet, bu dengeleri ayakta tutabilmek için hakikat endeksli değil, çıkar endeksli hareket etmek zorundadır. Bu kaçınılmaz kaide, istisnasız bütün devletler için geçerlidir.
Devletler paranoyaktır, şizofrendir… Bu çark içinde devleti temsil eden iktidarlar, mevcudiyetlerini koruyabilmek için düşmanlara ihtiyacı vardır. Bu düşmanların bazılarının gerçeklik payı olsa da çoğu hayal ürünüdür, halkı dış tehditlerle korkutup kendilerine mahkûm etmede mahirdirler. Ülkemizde olduğu gibi o, “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” çerçevesinde ahaliyi toplayıp devletini kaim etmeye çalışmaktadır.
Modern dönemde her devlet, bir ulus anlayışı üzerine inşa edilmiştir, bu topraklarda da malum olunduğu üzere, Türklük üzerine bir yapı kurulmuştur. Bu kurgusal yapıyı içselleştirmek/benimsemek/kabullenmek zorunda değiliz…
İktidar olgusuna endeksli oluşturulmamış bir devlet yapısı inşa edilebilir. Toplulukların düzen içinde yaşayabilmesinin bir aracı olan devlet mekanizması, iktidar olgusu olmadan da kurgulanabilir, organize edilebilir, inşa edilebilir. Çoğulcu bir anlayışla şuranın hâkim olduğu bir yapı pekâlâ mümkün, Bir kişiye endekslenmiş bir muktedirlik alanı kurmak, başta kişinin kendisine, sonra ahaliye zulümdür. İslam, devlet yapısındaki “imam/halife” olgusu aslında figürdür, aslolan şuradır. Toplum nezdinde ve dış mihraklara karşı vahdetin temsilî bir figürüdür sadece, ayrıca imam/halife/başkan, ahalinin hizmetkârıdır, padişahı değil… Tabii ki insanoğlunun olduğu yerde bir şekilde iktidar mefhumu hortlayacak ve bir zemin bulacaktır kendisine ama bu anlayışın hâkim olduğu bir yapı, makul bir devlete işaret edebilir ama son kertede her türlüsü sıkıntılıdır.
Statüko muhafızları ikiye ayrılır. (1) Fiili taşıyıcı ve temsilciler, somut olarak faydalanan ve imkânları kullanan yöneticigiller; (2) Statükoyu besleyen halk kitlesi. Bunlar, aslında somut olarak bir fayda edinmese de, hatta tam tersine, aç susuz da kalsa, inandırıldıkları iktidarların emelleri uğruna can bile verebilirler.
Bir de özgür ruhlu güzel insanlar var… Yukarıdaki iki güruhun önüne dikilip, bedel ödemeyi göze alıp hakkı söylemeye devam ederler. Hiç düşündünüz mü, bu adamların derdi ne diye… Hiçbir şekilde ekonomik veya sosyal alanda somut kazanımları yokken (Allah katında soyut birçok kazanımımız vardır inşallah) ne konuşup duruyorlar diye, oturup keyiflerini niye çatmıyorlar bu salaklar diye… Biraz düşünün… Ajanızdır kesin… Ya da başka bir şeyler var demektir, yetmez ama biraz kafa yorun…
22.02.2018