İslami değerleri/aidiyetleri/kavramları, emellerini ve iktidarlarını meşrulaştırmak için pervasızca kullanıp kirletmekte olan, nefislerinin arzularına kurban eden muhtelif yapılar karşımızda öylece durmaktadır.
İzzetbegoviç’ten referansla: “Sahte para, kendi değerini hakiki paradan alır.” Dinden beslenerek, onu yedeğine alıp araçsallaştırarak belli hedeflere varmaya çalışan insanlar her daim olmuştur. Tarihteki en büyük suiistimaller dine karşı yapılmıştır. Bunu Haçlı Seferlerinde de görüyoruz, bizim uzak ve yakın tarihimizde de.
Tarih; iktidarların, kendilerini dokunulmaz kılmak için nice kutsalları kullandığını, nice kutsallar ürettiğini gösteren örneklerle doludur. Bu tarihsel gerçeklik, içinde bulunduğumuz günlerde de aynen devam etmektedir. İktidar ve yandaşları, Nisa Suresi 59. ayeti ve nicelerini manipüle ederek kendilerine itaatin farz olduğunu dile getirecek kadar haddi aşmışlardır. Bu örneklerin birçoğunu; İktidara yakın medya organlarında neoliberal politikalarını İslami sosla süsleyip, İslam kılıfı giydirilen fiil ve yazılarında bariz bir şekilde görmekteyiz.
Nedense her konuşmalarında bir İslami tını, her eylemlerinde İslam’a atfedilen bazı detaylar ahalinin gözüne/gönlüne serpiştirilmekte. Ellerinde Kuran, dillerinde salavatlar, nidalar savrulmakta. İslam’ın bu tarz gösterişlere, istismarlara, hele hele “Allah ile aldatma” meselesine karşı duruşunu vurgulamamıza gerek yok sanırız…
Zihinsel kirliliğin kaynağı, bu uyandırılan yanlış algılardır. Özellikle kendisine “Müslümanlardanım” diyen bireylerin ilk önce bu manipülasyonla mücadele etmesi icap eder, çünkü üzerinde İslam etiketi taşıyan bu güruhun yaptığı/söylediği her şey İslam’a mal olmakta ve İslami değerleri kirletmektedir. Kendilerini böyle tanımlamasalar da, halkın bu atfını seve seve sahiplenip, verdikleri mesajlarla ahalinin bu damarlarına dokunup hitap ederek iktidarlarını mukimleştirmek için hadsiz ve haksızca bu vasfı kullanmaktalar.
İslami argümanlarla bezenmiş olan AKP yönetimine oy vermenin bir vecibe haline geldiği, vâcibiyeti geçtik farz olduğu zihinlerden ziyade artık dillerde dolaşırken, şahsi uygulamalarındaki birkaç ritüel ve camiadaki geçmişi referans gösterilerek sağcı/muhafazakar/demokrat bir şahsın ve akımın İslam’ın/İslamî tekâmülün/İslamî mücadelenin lokomotifi olduğu yanılsamasından daha büyük bir vahamet yoktur. Söylem ve fiillerinin İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan bir siyasi seyrin ve figürlerin nasıl oluyor da İslam’ın taşıyıcı unsuru olduğu düşünülebilir, anlamlandırmakta dahi zorlanıyoruz. İslâm, ancak ve ancak adalet şemsiyesi altında okunabilir. Şekli uygulamaların revaçta olup, adaletin olmadığı yerde İslam’dan söz edilemez.
İlk önce doğru tanım ve konumlandırma yapmamız gerekmektedir. Bu kurum, akım ve kişilerin değil İslam’ın bayraktarı, İslamî tekâmülün önündeki bir numaralı engeldir… Açık ve net olarak tanımı: devletçi, milliyetçi, mukaddesatçı, biraz liberal, hafif demokrat, sağcı, popülist ve pragmatist bir siyasi partidir. Toplumu inşa edecek bir ufku, fikri, ideali, ahlakı, prensipleri olan bir sosyal harekette değildir. Sadece ve sadece kendi doğruları çerçevesinde her yolu mubah gören, her türlü aracı kullanan, pragmatist bir anlayışla karşı karşıyayız. Bazı konularda olumlu manada şahsi hassasiyetleri ve iyi niyetleri mevzubahis olabilir, bunlarında düşünsel, siyasal ve toplumsal düzlemde bir karşılığı yoktur. Olsa bile kendi doğruları ve iyi niyetlerine göre hareket etmemiz mümkün değildir. Hele hele dayatmalarını kabullenmek zorunda hiç değiliz…
Konumlandırmayı da doğru yapmalıyız ki, ona göre hareket edelim. İslam toplumunda yaşadığımız doğrudur amma velakin yaşadığımız nizamı, başındaki kişilerin aidiyetlerine göre tanımlamak kadar abes bir şey yoktur zannımızca. Cari olan nizamın başına son Nebi’nin kendisi dahi gelse, hali hazırdaki bu nizam İslam’la örtüştürülüp tanımlanıp konumlandırılanamaz.
Düşman üretip herkesi taraf olmaya zorlayan bu iktidarın dayatmalarını ve özellikle uyandırmaya çalıştığı, kendilerinin “HAK”, karşısındakilerin ise “BATIL” olduğu algısını şiddetle reddediyoruz. Dünya metaına ve hırslarına kurban olmuş birinin/birilerinin adaletten yoksunluğu ve dinini tahrifi söz konusu olduğunda yaratılmışlara itaat söz konusu değildir. Böyle bir atmosferde herkesi kendilerine itaat etmeye çağıran iktidar ve yandaşları bilsinler ki, bizim için vahyin inşa etmediği her iktidar biçimine karşı farz olan itaat değil, muhalefet ve mücadeledir. Aynı şekilde saray mollalığına soyunan, zenginin sofrasından, sultanın sarayından uzak durmayan bel’am taifelerine, kalemşörlerine ve çıkarcı yandaşlarına karşı da hakkı haykırmak üzerimize farzdır.
AKP bir devlet partisidir; mütedeyyin kitleyi Demokrat Parti ardından ikinci kez sağcılaştırma misyonu üstlenip bu işlevi yerine getirmiştir. AKP, İslam kültürüyle yoğrulmuş bu halkı, Türkçü anlayışla devleti kutsayan bir noktaya getirdi, sağcılaştırma ve milliyetçileştirme sürecini sağlıklı bir şekilde işletti. Refah Partisi ve İslâmcılığın yükselişi döneminde ümmetçi bir anlayış hâkimdi ama son dönemlerde Müslümanlar milliyetçileşti, milliyetçileştirildi… Yaşanan bu sağcılaşma tabana ciddi biçimde sirayet etmiştir. Müslümanlar, Müslümanca düşünmeye tekrar başlamadıkça bu hastalıktan kurtulamazlar.
Farzı misal; kuruluş aşamasında bir araya gelen AKP kadroları ve onlara teveccüh eden ahalinin yüklediği anlamlarla düşünecek olsak dahi, artık o günler mazi oldu, bu akımın içinde ne İslamcı ne özgürlükçü ne hakkaniyetçi kalmıştır. Bu dava Erdoğan’ın davası, Erdoğan’ın partisi olmuş durumdadır. Şimdilerdeki AKP’nin öncülerine ve çığırtkanlarına bakın; hiçbirinin İslam’la, hakla hukukla, özgürlükle alakaları yok, hepsi devşirme ve çıkarcı bireyler.
Bu tablo karşısında; İslamca, İslam için, İslamî referanslarla muhatab olduğumuz iktidarı sorgulamanın, muhalefet yürütmenin, içerisinde bulunduğumuz fiili ve zihni bataklıktan çıkmak için gerekli ufku hepimize açacağı kanaatindeyiz. Bizler; dostluğumuzu da düşmanlığımızı da şahsi önceliklerimizle değil, Rabbimizin telkinleriyle şekillendirmeliyiz.
Türkiye özelinde yumuşak bir düzlemde süre giden bu kirlilik, dünya çapında modern hariciler eliyle sert bir düzlemde gerçekleşmektedir. Bu tekfirci mahlûkların İslam adı altında yaptığı katliamların, zulümlerin, hukuksuzlukların haddi hesabı yoktur. Geldiğimiz noktada Irak ve Suriye özelinde sonları geldi dense de, bu hastalıklı zihin yapısı çürütülüp, bu mantık net olarak mahkum ve tahkir edilmedikçe, sonu gelmeyecek maalesef…
Öte yandan bazı cemaat ve tarikat yapıları yıllardır; halk arasında dini aidiyetleri olan, fıtratına yüklenen manevi ihtiyaçları giderme arayışında olan bireyleri, “İslam” diyerek çağırdıkları safsatalarla meşgul edip insanların İslam anlayışlarını bozmuşlardır. Ağırlıklı olarak Hint alt kıtasından tevarüs eden anlayışlarla bezenmiş bu tarikat yapılarının, her ne kadar bazı İslamî argüman ve ritüellerden de besleniyor olsalar da İslam’la alakaları yoktur. Bazı sahih tasavvuf ekolleri haricinde bu yapılar, tarih boyu İslam düşüncesini ve uygulamasını kirleten bir işleve sahip olmuşlardır.
Toplum içinde Müslüman algısı, artık hep olumsuz resmedilmektedir maalesef. Geldiğimiz noktada Müslüman birey zihinlerde; güvenilmez (ki en mühimi bu), yalancı, hırsız, yolsuz, ilkesiz, tutarsız, ahlaksız, gayri adil, zalim, katil, vahşi vasıflarıyla hayat bulmaktadır. Belli oranda dillere dökülmekle birlikte, daha da önemlisi zihinlerde canlanan resim budur. Fakat “bunlar kötü şeyler yapıyor, o halde İslâm kötüdür” gibi basit bir çıkarım da son derece yanlıştır. Çünkü bir Müslümanın da inandığı dini yanlış anlama, yanlış uygulama veya suistimal edip inandığı değerleri nefsi duygularına kurban etme ihtimali vardır, hatta kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla İslâm’ı bu tartışmalardan uzak tutarak fail üzerinden tartışma yapmamız gerekir. Bu tiplemelerin yakalarındaki İslam etiketini söküp almak, maskelerini düşürmek, oyuncak edip kirlettikleri İslamî kavramları temizlemek gerekmektedir. Katli, hırsızlığı, ahlaksızlığı bir Müslümanın, Hristiyanın veya ateistin yapması fark etmez, o fiilin değerinde olumlu olumsuz bir değişiklik de sağlamaz. Bu kişilerin yaptığı kötü fiillerin, İslâm’ın hanesine yazılmasında ciddi bir sorumlulukları/katkıları olsa da “fiilin şahsiliği” kaidesi düzleminde değerlendirip olanları İslam’a mal etmemek gerekir.
İslam’ın kutsallarını manipüle etme hadsizliğinin bu boyuta gelmesi, şu ana kadar kamuoyunda yeterli bilinç ve sesi oluşturamamış biz Müslümanların sorumsuzluğundan kaynaklanmaktadır.
Ahlaki, kültürel, İslami duyguların pervasızca kullanılmasından, ahalinin zihinlerine aşılanan bu algılardan rahatsızız ve bu yanılsamayı bertaraf etmek için elimizden geleni yapacağımızı buradan deklare ediyoruz…
Saygılar, sevgiler…
15.12.2017
.